Makale
Aklımıza Saplanan Kemalizmin 7’inci Oku: KADIN
Türkiye; Cumhuriyet, Demokrasi, laiklik adına ortaya koyduğu radikal dönüşüm açısından kendisine münhasır bir ülkedir. 1923 yılında Cumhuriyet'in ilan edilmesi ile başlayan kırılma, 1924 halifeliğin kaldırılması ve 1926 yılında İsviçre Medeni hukukunun kabulü ile kopma gerçekleşir. 1937 yılında Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlet olduğu ilan edilir.
Ekonomi, siyaset ve kamusal alanda öylesine katı laiklik uygulanır ki bu alanda kendisine yer bulmak isteyenlerin, özellikle gelenek ve dini kimliğini bırakması zorunlu hale gelir.
Batılı yaşam biçiminin dayatılması öncelikli devlet politikası olur. Devlet, bizzat öğretir, emreder ve uygulatır. Pazar gününün tatil edilmesi, yılbaşı kutlamaları, Gregoryen takviminin seçilmesi, Dini nikahın yasaklanması ve resmi evlilik törenleri, gündelik hayatta batıya uygun ayarlamaların dayatılması, bugün kamusal alan adını verdiğimiz toplumsal alan, devletin batılılaşmayı uyguladığı özel mekanı haline gelir.
Bu alana uyum sağlayamayanlar dışarıda bırakılır, cezalandırılır, asılır.
Cumhuriyeti kuran erkekler, modern milletin kurulabilmesi için kadının aktif rol oynaması gerektiğine karar vermişler ve bunu uygulamaya sokmuşlardır.
Totaliter Kemalist devletin, sınırlarını belirlediği kamusal alanda kadının vatandaş olarak yer almasının da üzerinde rol biçilmesi, Türk modernleşmesinin temel taşını oluşturmuştur. İslamcı modernleşmenin başat aktörü de kadındır ve kadın üzerinden devam ettirilmektedir. Kemalist aklının Türk modernleşmesinde kadının yeri vatandaş olmasının üzerinde, üst rol ve önceliğe sahiptir. Bugün bu mantığın adı pozitif ayrımcılık olmuştur.
Nilüfer Göle " Kemalist modernizm, kadının merkezi rolü anlaşılmadan tam olarak kavranamaz, kadın Seküler modernizmin hem simgesi hem de aktörü olmuştur" der. (1)
Bu önceliğin oluşturduğu özgürleşme mitolojisi daha sonraları kirli ve ahlaksız çukurluk (nitelik) ve farklı bir boyut kazandığını görüyoruz. " Ulusal ilerlemenin ancak kadının özgürleşmesi ile mümkün olduğunu öngören yaklaşım Kemalist feminizminin belkemiğini oluşturur " (2) tespitiyle Nilüfer Göle bizim gözden kaçırdığımıza işaret eder.
Kemalist feminizmin temel parametreleri ile 1980 sonrasında başlayan İslamcı hareketlerin modernizm ile yüzleşmesi ve bu yüzleşmedeki kadının rolü ve yerini belirleyen söylemler arasında büyük benzerlikler olduğunu görebiliriz.
Farklı argümanlar ile ya da araçsallaştırılarak kadının merkezi konuma gelmesi, iktidar düşüncesi yolunda sıçrama noktası olarak görülmesi, türban sorunu gibi hadiseler bu yüzleşmenin, ya da modernleşmenin sancılı yanlarıdır. O dönemin laikliğinin ve siyasetinin anlaşılmasında İslamcı kadın turnusol kağıdı rolü görüyordu. Tıpkı Kemalist modernleşmedeki kadının feminizme evrilmesi gibi, İronik bir biçimde, bugünün İslamcı kadınları da her ne kadar karşıt bir role soyunduklarını(ki, gerçekten soyundular) iddia etseler de Kemalist modernleşme projesindeki kadının rolünü islamcılar içinde üstlenmiş oldular ve merkezi rol oynuyorlar. Modernist feminist kadınlar ile İslamcı Kadınlar arasında, toplumsal yaşama katılma biçimi ve mantalite açısından tastamam örtüşmesinin yanında, modernist feminist kadınların başlattığını devam ettirici bir fonksiyonelliği olması nedeniyle, vahim ve büyük felaketi çağırmaktadır.
Nilüfer Göle "feminizm İslami hareket içerisindeki kadınların kendilerini farklı bir kimlik inşa etmek için kullandıkları entellektüel bir kaynak vazifesi görür" (3) tespitinin mızrağın artık çuvala sığmadığını gösterdiğini söyleyebiliriz. Temel parametrelerideki bu devamlılık, hiçbir mukavemet görmeden, İslamcı kadınlar eliyle, toplumsal yaşamın kurucu düşüncesi / akımı haline gelmektedir. İslamcı kadınlar tehlikeli yol ayrımından saparak, çok fazla yol kat etmiş durumdalar; Daha fazla kamusal görünürlük kazanıp, mesleki hayallerini gerçekleştirdikçe yozlaştırıcı ivme kontrol edilemez bir biçimde artmaktadır. Gelinen noktada annelik ve zevcelik sorumluluklarını hatırlatan gelenek ve yorumlarla çatışarak bu alan terk edilmiş, feminizm yoluyla da kendilerini tanımlamanın yeni yollarını bulmaya çalışmaktadırlar. İslamcı kadınların bu yersizliği, sürekli kendilerini yeniden tanımlamaya zorlamaktadır. Feminizmin sonucu olan lezbiyenlik, islamcı toplumda ne sekilde zuhur eder bilemiyorum. İslamcı kadınların Feminizm yoluyla(buna ayakları üzerinde durmak diyorlar) güçlü kalmaya / olmaya çalışmak, kendi içinde sinsi ve derin paradokslar oluşturarak, birbirini ötekilestiren bir gerilimi çoğaltmaktadır. İslamcı kadınlar ötekisini belirleyerek kimlik ararken, aslında somut öteki olarak kimliksiz ortada kalmak üzereler. Profesyonel ve siyasi kariyerler elde edilirken aynı zamanda, ahlak, İslami yaşam biçimi ve İslami cemaat, aile kavramları ile ilişki ve misyon sorumsuzca sıfırlanıyor.
Misyonu terk ederek rol edinmek, kendi hayatınızı yaşayamadan öleceksiniz anlamına gelir. Modernleşen İslamın, islamcı kadınlarının çıktığı bu tutkulu yolculuk, post modern kadınsızlık yaratarak toplumsal fesadı zirveye taşıyacaktır.
Sonunu dert edinenlerin sonu hayrolsun.
Selam ve dua ile...
1.Nilüfer Göle. İslamın Yeni Kamusal Yüzleri. Metis Yay. S ; 24
2.Nilüfer Göle. İslamın Yeni Kamusal Yüzleri. Metis Yay. S ; 19
3.Nilüfer Göle. İslamın Yeni Kamusal Yüzleri. Metis Yay. S ; 35
Henüz yorum yapılmamış.